Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Muhtelif Gülüşler

 Koskoca 4 yıl geçmiş evim dediğim yerden geçmeyeli, sokağına uğramayalı ve hatta perdelerini aralamayalı. Vuran her rüzgarla aralanmış, doğan her güneşle biraz daha yıpranmışım.   Bulanıncaya kadar gökyüzü kızıla, Ben hangi günün sabahındayım ya da akşamında? İçimi gizlerken bileylediğim bıçak kimbilir hangi kapının ardında? Kendime hesap verememişken alacaklılar dikilmesin diye karşıma. Onca özleme gebe rüyalardan uyandım soluksuz, sabahın kör karanlığında. Çiçeklerle bezeli kocaman bir halı olmuş gülüşlerim Yoktan var ettiğim sevgilerim, heveslerim, iç çekişlerim doluşmuş gizliden gizliye Sonra bir gülmüşüm, bir övünmüşüm, bin ölmüşüm. Bir uzamış bir kısalmışım Serap gibi... Ard arda dayamışım kadehleri boğazıma takılmasın diye uktelerim eteğimdeki taşlara Duymasınlar diye içimdekileri, uzatıyorum gülüşlerimi sere serpe  Güneşte dinlendirip zor zamanlarıma saklıyorum, sarıyorum, yakıyorum Yoksa saklanıyor muyum? Ardımda kaç bulut bıraktım bilmeden, Zamanı gelen bir dam...
En son yayınlar

Ayrık Otu

Elle tutulur, gözle görülür sınırlar içinde Sahibi hükümsüzken evrenin, topuğumdaki çamur hatırlatıyor Ve saniyenin dörtte biri hızında devrini değiştiriyor zihnimin. Yalnızca bedenim değil, eteğimdeki taşlar da gark oldu toprağa, Geriye doğru sayarken nefesim tükendi, alacakaranlığın üstüne bir sessizlik çöktü. O karanlıkta kaybettim bilincimi, akıp gitmeyen ne varsa takıldı, tökezledi, uçtu. Rüzgar şiddetlendikçe suratıma inen kırbaç sayısı arttı. Gözümü açtığımda ayrık otları süpürüyordu gökyüzünü. Bir ben kaldım onca ağırlığımla, muzdarip olduğumu görüyorlar mıdır ki? Ne garip hiç ses çıkarmadan başkaldırmak birilerine / bir şeylere, Fütursuzca çoğalırken her biri, aynı dengede aynı sürgünde. Tenimde hissediyorum seher yelini; alacaklı sanki İsmiyle müsemma, canımdan bi...

Tüm Hakları Zanlıdır

Delilleri karartılmış ruhumun altında yatan nedenler, Zehrini akıtacak bir yol arar ve Tahammülün sınırlarında nefsimi tutarım. Kısır cümlelere daha fazla nefes harcamadan, Biri toplamalı kahrımı baharın tomurcuklarından. Dizginlenemeyen sanrıların sancısını dindirmeli. Adımlarımın izi nerede? Yörüngesinden çıkan bir cismin gölgesine tutunmuşum Nerden geldim, nereye ve neden yetişiyorum? Zamanı sündürmeye çalışırken geçmişimi söndüremiyorum. Kaç adımla ıskalanır bir gelecek? Heveslerim, Yüzmeyi yeni öğrenen bir balığın tedirginliği gibi Kayboluyor son durakta indiğimde. Karanlıkta dokunuyorum sadece, parmaklarımda kalıyor izi. Karanlıkta dokuyorum, güne varamıyor hiçbiri. Yeni bir yola başladım soğuk bir kış gecesinde Sardı birden her yanımı; Sesi, sevgisi, müstesna siması. Zaman, dizlerini çürütene dek Yaşar adın, koşar adım, kaçar anın.

Çoktan Sorunluydu Seçmeli Sorular

Elimle yoklayıp duruyorum bir yere kaybolmasınlar diye Acil çıkış merdivenlerimi bir bir kafamdan eksiltiyorum. Eskisi gibi uzun da değil, yorulmuyorum. Kaç kez sevgisizliği aştığımı, anılarımın kaç kez yıprandığını hatırlamıyorum. Sahi kaç soruyla yaşanır yalnızlık? Pamuklara sardım ellerimi, pirinç gibi ayıklamaya çalıştım zihnimi. Bastıramadım sızımı, anlayamadım düzeni. Güzelleştirince sarhoşluğumu iğne oyası kirpiklerle Doldurup da doldum, duramadım yek pare. Akşamdan suya yatırıp çekilen ah’ların demini alınca Ciğerlerime kadar kovaladığım soluğumu yakalayamadım. Sahi kaç soruyla geldi çaresizlik? Bugünü, dünden ayıramadan yarın için uyuyor olmam, Yatıp kalkıp neşeyle oynayan çocukları gücendirdi. Sahi kaç soruyla geldi umutsuzluk? Oturtamadım gözlerime gelen misafiri, Kağıt parçalarıyla örttüm tüm istifli mahcubiyetleri. Sahi kaç soruyla geldi sessizlik? Kaç, geldi soru! Kaç, geldi sonu!

Pixelli Sancılar

Tükenmez kalemle koluma çizdiğim dövmeler gibi anılarım; yıkana yıkana siline(meyen)n, kopya kağıdı kalitesinde, analog çekimli. Bisikletin önündeki gezintilerim kadar heyecanlı, tam hızlanırken atan zincirim kadar hüzünlü. Kendi sesimi duyamadığım zamanlarda  kirli kanlar görürdüm yerlerde ve oturup ağlardım hangi sevgi sözcüğü öldü diye. Kimseler beni görmesin isterdim; parmaklarımla dehlizler açardım, uzanıp yanaklarımdan öpemezdim belki ama saçlarımın arasında kaybolurdum. Giderek kaybolurken dikiz aynasından, yol kenarında yetişmiş yabani uzaklıkları koparıyorum dalından. Tek tek dokunuyorum parmaklarımla buzlu cama, ardında bir gölgenin sıcaklığını hissediyorum. Gözlerimde kalan feri götürüyor fotosel ve bitmiş tuvalet kağıdındaki çaresizliğe dokunuyorum. Plastik çatal samimiyetinde ilişkiler kuruyor, sabrımı sınarken kırılıyorum. Başka insanların, başka hayatlarına sirayet etmiş parfümlerini izliyorum; kimi arabada, kimi bir market reyonunda, kimi 100 metre ilerde, ...

Kulağa Kaçan Gözyaşları

Kayboluşun sıcak ve karanlık evresindeyim, Altı boş bir kaldırım taşına basmanın muhteşem öz güveniyle, Biramı yudumluyorum. Ellerimin soğukluğu ayaklarımı ısıtıyor. Kafamı çeviriyorum, ağzımda bir nikotin tadı. Düşen göz kapaklarının altındaki uykulu bakışlarını izliyorum. Salıncaktan düştüğümde bile bu kadar acımamıştı dudaklarım, Sonra bir kez daha derken... Kimi öptüm ben? Beynim tırnaklarımın arasında, Derin bir nefes alıyorum. İçimde güneş görmeyen sansürlü duvarlar, Küçük kraterlerle dolu ıslak yüzüm, Tıkalı kulaklarım. Kafamı çeviriyorum. İçime akan minik damlaları, Bir peçete yardımıyla birleştirirken Yırtılan, koca, beyaz boşlukta kayboluyorum. İçini görüyorum, içten öpüyorum, içinde kayboluyorum. Kafamı kaldırıyorum, boğazımda koca bir balgam; Altı dolu bir kaldırım taşına basmanın muhteşem boşluğuyla Kulaklarım tıkalı, Yutkunuyorum.

Pirinç Akışı

      Her şey,  kaldırımda çalışan bir iş makinesinin yanında oturmuş, sohbet etmeye uğraşan iki adamla başladı ve sonrasında musluğu açtiğımda sıcak ve soğuk tarafı ayırt edemeyip tenimin yanmasıyla devam etti.       Yanma esnasında bir kahkaha işittim buranın kahkahaları kadar rüzgarı da yabancıydı. Ellerimi açtığımda, yeryüzünden yeraltına doğru inen bir arık kenarındaydım ve nerden baksan yıllık gözyaşım miktarında su akıyordu. Suyun kaynağını bulmaya çalışırken bir el silah sesi duydum. Hızlıca arkamı döndüğümde önüme bir saksı düştü ve saçılan toprak, suyla birleşip çamur olmaya doğru evrildi. Bu evrimin bir parçası olan ben, daha 'temiz' olmaya çalışarak dikkatli adımlar atıyordum. Ne de olsa artık; topun peşinden yokuş aşağı koşan bir çocuğun nasıl duracağını düşünmeden ilerleyişindeki cesaret yoktu bende.      Kendimde kafamı yukarı kaldıracak gücü bulduğumda, etrafın aydınlanmasını fotoselli bir lambaya borçlu  ol...