Ana içeriğe atla

Pirinç Akışı

     Her şey,  kaldırımda çalışan bir iş makinesinin yanında oturmuş, sohbet etmeye uğraşan iki adamla başladı ve sonrasında musluğu açtiğımda sıcak ve soğuk tarafı ayırt edemeyip tenimin yanmasıyla devam etti. 

     Yanma esnasında bir kahkaha işittim buranın kahkahaları kadar rüzgarı da yabancıydı. Ellerimi açtığımda, yeryüzünden yeraltına doğru inen bir arık kenarındaydım ve nerden baksan yıllık gözyaşım miktarında su akıyordu. Suyun kaynağını bulmaya çalışırken bir el silah sesi duydum. Hızlıca arkamı döndüğümde önüme bir saksı düştü ve saçılan toprak, suyla birleşip çamur olmaya doğru evrildi. Bu evrimin bir parçası olan ben, daha 'temiz' olmaya çalışarak dikkatli adımlar atıyordum. Ne de olsa artık; topun peşinden yokuş aşağı koşan bir çocuğun nasıl duracağını düşünmeden ilerleyişindeki cesaret yoktu bende.

     Kendimde kafamı yukarı kaldıracak gücü bulduğumda, etrafın aydınlanmasını fotoselli bir lambaya borçlu  olduğumu fark ettim. Hissedilmeden verilen tepkilerin hayatımızı kolaylaştırması ...
Belki de her sabah yaşadığım dokunma hissimdeki zayıflığın temeli budur. Tam bu esnada yakın zamanda rastladığım bir akıl hastasının aforizma değerinde sözü çalındı kulağıma '' biri ya da bir şey sizin zamanınızı çalmaz, zaman sizi çalar ! '' Her ünlem suya dökülen bir toprak olmaya devam ediyordu akan su hızında.

     Beş dakika içerisinde kendime gelmiş ve az ilerdeki köşeyi dönmüştüm. Anlık travmalarımın süresini artık kendim ayarlıyor ve bir bardak su içmeme bile 'zaman' ayıramıyordum. Kırışması gereken gözlerim, görünmesi gereken dişlerim ve çıkması gereken elmacık yanakarım vardı. Durmazdım, durmamalıydım; daha hızlı yürümeli, lavaboyu daha hızlı sürtmeli, kediler daha fazla sürtünmeliydi. İçimdeki sesin çoğu zaman boğazıma yapıştığı çığlıklarımı bastırdığı zamanlar oldu. Bunun, her zaman iyi niyetli olduğunu söyleyemem; lavaboya her tükürdüğümde, son köpük patlayana kadarki sabrımı çeşmeyi açarak geçiştiremem.

     Pratiklerin yansımasını yüzlerdeki kabalığa, gözlerdeki hinliğe yansıdğını görebiliyorum; art niyetlerin, sözlerdeki vurguların, gözlerdeki kocamanlığa yansıdığını da görebiliyorum.Pantolonların fermuarındaki her bir taşın özgürlüğe vurulan bir darbe olduğunun da farkındayım. Pırlanta taşlı düğmelerin ardındaki namüsemma bedenlerin ve bedenlerin namüsemma ruhlarına bir 'ah' da ben çekiyorum.

     Her şey, bir kaldırımda çalışan iş makinesinin durmasıyla birlikte iki adamın birbirlerine; ''öyle işte'' demesiyle son bulurken bu esnada anlatılanlar, bir toz bulutuyla beraber penceredeki tül perdede, bir paspasta ve bir ayakkabıda kaldı.

     

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Muhtelif Gülüşler

 Koskoca 4 yıl geçmiş evim dediğim yerden geçmeyeli, sokağına uğramayalı ve hatta perdelerini aralamayalı. Vuran her rüzgarla aralanmış, doğan her güneşle biraz daha yıpranmışım.   Bulanıncaya kadar gökyüzü kızıla, Ben hangi günün sabahındayım ya da akşamında? İçimi gizlerken bileylediğim bıçak kimbilir hangi kapının ardında? Kendime hesap verememişken alacaklılar dikilmesin diye karşıma. Onca özleme gebe rüyalardan uyandım soluksuz, sabahın kör karanlığında. Çiçeklerle bezeli kocaman bir halı olmuş gülüşlerim Yoktan var ettiğim sevgilerim, heveslerim, iç çekişlerim doluşmuş gizliden gizliye Sonra bir gülmüşüm, bir övünmüşüm, bin ölmüşüm. Bir uzamış bir kısalmışım Serap gibi... Ard arda dayamışım kadehleri boğazıma takılmasın diye uktelerim eteğimdeki taşlara Duymasınlar diye içimdekileri, uzatıyorum gülüşlerimi sere serpe  Güneşte dinlendirip zor zamanlarıma saklıyorum, sarıyorum, yakıyorum Yoksa saklanıyor muyum? Ardımda kaç bulut bıraktım bilmeden, Zamanı gelen bir dam...

Ayrık Otu

Elle tutulur, gözle görülür sınırlar içinde Sahibi hükümsüzken evrenin, topuğumdaki çamur hatırlatıyor Ve saniyenin dörtte biri hızında devrini değiştiriyor zihnimin. Yalnızca bedenim değil, eteğimdeki taşlar da gark oldu toprağa, Geriye doğru sayarken nefesim tükendi, alacakaranlığın üstüne bir sessizlik çöktü. O karanlıkta kaybettim bilincimi, akıp gitmeyen ne varsa takıldı, tökezledi, uçtu. Rüzgar şiddetlendikçe suratıma inen kırbaç sayısı arttı. Gözümü açtığımda ayrık otları süpürüyordu gökyüzünü. Bir ben kaldım onca ağırlığımla, muzdarip olduğumu görüyorlar mıdır ki? Ne garip hiç ses çıkarmadan başkaldırmak birilerine / bir şeylere, Fütursuzca çoğalırken her biri, aynı dengede aynı sürgünde. Tenimde hissediyorum seher yelini; alacaklı sanki İsmiyle müsemma, canımdan bi...

Gecenin Siyah 'Ben'i

                                                                               Kusursuzluğun siyah ''ben''indeyim bu gece, en noksan halimle.Yansıtıcı cisimlerin karşısında kendini kaybetmiş insanlar da olabilirim, hor görülmüşlüğün karşısında tüm patavatsızlığıyla  yaşamaya devam eden biri de. Her nefes çekişinde milyonlarca oksijen tanesinin içine girip ciğerlerine dolması, buna karşılık dışarıya sadece küçük buharın çıkması aslında içindeki ölmüş tüm şeylerin  dışavurumudur diyebilirim.Mavinin bütün tonlarında kaybolmayı bütün benliğimle isteyebilirim.Çay damlasının oluşturduğu dairedeki her bir çıkıntının kendi bağımsızlığını kurma çabasını da anlayabilirim.                 Peki her sabah uyandığımdaki bu bilinç kaybına ne demeli? D...