Ana içeriğe atla

Ayrık Otu

Elle tutulur, gözle görülür sınırlar içinde
Sahibi hükümsüzken evrenin, topuğumdaki çamur hatırlatıyor
Ve saniyenin dörtte biri hızında devrini değiştiriyor zihnimin.



Yalnızca bedenim değil, eteğimdeki taşlar da gark oldu toprağa,

Geriye doğru sayarken nefesim tükendi, alacakaranlığın üstüne bir sessizlik çöktü.
O karanlıkta kaybettim bilincimi, akıp gitmeyen ne varsa takıldı, tökezledi, uçtu.
Rüzgar şiddetlendikçe suratıma inen kırbaç sayısı arttı.
Gözümü açtığımda ayrık otları süpürüyordu gökyüzünü.
Bir ben kaldım onca ağırlığımla, muzdarip olduğumu görüyorlar mıdır ki?



Ne garip hiç ses çıkarmadan başkaldırmak birilerine / bir şeylere,

Fütursuzca çoğalırken her biri, aynı dengede aynı sürgünde.
Tenimde hissediyorum seher yelini; alacaklı sanki
İsmiyle müsemma, canımdan bir parça almamış gibi.



Tüm ezilmişliğimle rüzgarla hemhal olmuşum, savruluyorum uçsuz bucaksız

Köklerim kim bilir kaç kopuş kaç bakire hikayeye gebe?
Ölenlerin isimlerinin anlamını söyleyebilsem mesela soluksuz,
Tutunabilsem geçmişlerine köklerimle ve yaşatabilsem en inatçı halimle
Yalnızca merhametle ve sevgiyle yaşayanların gözleri önünde 
Ufukta gün batarken sarılabilsem her birine.



Bencilce serzenişlerin arasından nasıl sıyrıldığını,

Bağrına taş basarken nasıl affettiğini...
Hükümsüzken evrendeki topraklar,
Elle tutulup gözle görülürken sınırlar nasıl oldu da bulaştı ayağım çamura?



Yüzyıllardır kafa tutarken rüzgara, 

İnatçı ruhumla ve sevgiyi besleyen köklerimle yerle bir edilirken gökyüzüm,
Ayaklar altına alınırken hislerim, ben şimdi hangi bilincin etkisindeyim?
Değişiyor düşlerim görebildiğim kadarıyla
Benliğimden akıtıyorum saniyenin dörtte biri hızında.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Muhtelif Gülüşler

 Koskoca 4 yıl geçmiş evim dediğim yerden geçmeyeli, sokağına uğramayalı ve hatta perdelerini aralamayalı. Vuran her rüzgarla aralanmış, doğan her güneşle biraz daha yıpranmışım.   Bulanıncaya kadar gökyüzü kızıla, Ben hangi günün sabahındayım ya da akşamında? İçimi gizlerken bileylediğim bıçak kimbilir hangi kapının ardında? Kendime hesap verememişken alacaklılar dikilmesin diye karşıma. Onca özleme gebe rüyalardan uyandım soluksuz, sabahın kör karanlığında. Çiçeklerle bezeli kocaman bir halı olmuş gülüşlerim Yoktan var ettiğim sevgilerim, heveslerim, iç çekişlerim doluşmuş gizliden gizliye Sonra bir gülmüşüm, bir övünmüşüm, bin ölmüşüm. Bir uzamış bir kısalmışım Serap gibi... Ard arda dayamışım kadehleri boğazıma takılmasın diye uktelerim eteğimdeki taşlara Duymasınlar diye içimdekileri, uzatıyorum gülüşlerimi sere serpe  Güneşte dinlendirip zor zamanlarıma saklıyorum, sarıyorum, yakıyorum Yoksa saklanıyor muyum? Ardımda kaç bulut bıraktım bilmeden, Zamanı gelen bir dam...

Gecenin Siyah 'Ben'i

                                                                               Kusursuzluğun siyah ''ben''indeyim bu gece, en noksan halimle.Yansıtıcı cisimlerin karşısında kendini kaybetmiş insanlar da olabilirim, hor görülmüşlüğün karşısında tüm patavatsızlığıyla  yaşamaya devam eden biri de. Her nefes çekişinde milyonlarca oksijen tanesinin içine girip ciğerlerine dolması, buna karşılık dışarıya sadece küçük buharın çıkması aslında içindeki ölmüş tüm şeylerin  dışavurumudur diyebilirim.Mavinin bütün tonlarında kaybolmayı bütün benliğimle isteyebilirim.Çay damlasının oluşturduğu dairedeki her bir çıkıntının kendi bağımsızlığını kurma çabasını da anlayabilirim.                 Peki her sabah uyandığımdaki bu bilinç kaybına ne demeli? D...