Ana içeriğe atla

Pixelli Sancılar

Tükenmez kalemle koluma çizdiğim dövmeler gibi anılarım; yıkana yıkana siline(meyen)n,
kopya kağıdı kalitesinde, analog çekimli.
Bisikletin önündeki gezintilerim kadar heyecanlı, tam hızlanırken atan zincirim kadar hüzünlü.
Kendi sesimi duyamadığım zamanlarda  kirli kanlar görürdüm yerlerde ve oturup ağlardım hangi sevgi sözcüğü öldü diye.
Kimseler beni görmesin isterdim; parmaklarımla dehlizler açardım, uzanıp yanaklarımdan öpemezdim belki ama saçlarımın arasında kaybolurdum.
Giderek kaybolurken dikiz aynasından, yol kenarında yetişmiş yabani uzaklıkları koparıyorum dalından.
Tek tek dokunuyorum parmaklarımla buzlu cama, ardında bir gölgenin sıcaklığını hissediyorum.
Gözlerimde kalan feri götürüyor fotosel ve bitmiş tuvalet kağıdındaki çaresizliğe dokunuyorum.
Plastik çatal samimiyetinde ilişkiler kuruyor, sabrımı sınarken kırılıyorum.
Başka insanların, başka hayatlarına sirayet etmiş parfümlerini izliyorum; kimi arabada, kimi bir market reyonunda, kimi 100 metre ilerde, kimi asansörde, kimi de çok uzaklarda.
Kabullenişimin beşinci yıl dönümünde, lime lime eden sözcükler biriktirdim eteğimde.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Muhtelif Gülüşler

 Koskoca 4 yıl geçmiş evim dediğim yerden geçmeyeli, sokağına uğramayalı ve hatta perdelerini aralamayalı. Vuran her rüzgarla aralanmış, doğan her güneşle biraz daha yıpranmışım.   Bulanıncaya kadar gökyüzü kızıla, Ben hangi günün sabahındayım ya da akşamında? İçimi gizlerken bileylediğim bıçak kimbilir hangi kapının ardında? Kendime hesap verememişken alacaklılar dikilmesin diye karşıma. Onca özleme gebe rüyalardan uyandım soluksuz, sabahın kör karanlığında. Çiçeklerle bezeli kocaman bir halı olmuş gülüşlerim Yoktan var ettiğim sevgilerim, heveslerim, iç çekişlerim doluşmuş gizliden gizliye Sonra bir gülmüşüm, bir övünmüşüm, bin ölmüşüm. Bir uzamış bir kısalmışım Serap gibi... Ard arda dayamışım kadehleri boğazıma takılmasın diye uktelerim eteğimdeki taşlara Duymasınlar diye içimdekileri, uzatıyorum gülüşlerimi sere serpe  Güneşte dinlendirip zor zamanlarıma saklıyorum, sarıyorum, yakıyorum Yoksa saklanıyor muyum? Ardımda kaç bulut bıraktım bilmeden, Zamanı gelen bir dam...

Ayrık Otu

Elle tutulur, gözle görülür sınırlar içinde Sahibi hükümsüzken evrenin, topuğumdaki çamur hatırlatıyor Ve saniyenin dörtte biri hızında devrini değiştiriyor zihnimin. Yalnızca bedenim değil, eteğimdeki taşlar da gark oldu toprağa, Geriye doğru sayarken nefesim tükendi, alacakaranlığın üstüne bir sessizlik çöktü. O karanlıkta kaybettim bilincimi, akıp gitmeyen ne varsa takıldı, tökezledi, uçtu. Rüzgar şiddetlendikçe suratıma inen kırbaç sayısı arttı. Gözümü açtığımda ayrık otları süpürüyordu gökyüzünü. Bir ben kaldım onca ağırlığımla, muzdarip olduğumu görüyorlar mıdır ki? Ne garip hiç ses çıkarmadan başkaldırmak birilerine / bir şeylere, Fütursuzca çoğalırken her biri, aynı dengede aynı sürgünde. Tenimde hissediyorum seher yelini; alacaklı sanki İsmiyle müsemma, canımdan bi...

Gecenin Siyah 'Ben'i

                                                                               Kusursuzluğun siyah ''ben''indeyim bu gece, en noksan halimle.Yansıtıcı cisimlerin karşısında kendini kaybetmiş insanlar da olabilirim, hor görülmüşlüğün karşısında tüm patavatsızlığıyla  yaşamaya devam eden biri de. Her nefes çekişinde milyonlarca oksijen tanesinin içine girip ciğerlerine dolması, buna karşılık dışarıya sadece küçük buharın çıkması aslında içindeki ölmüş tüm şeylerin  dışavurumudur diyebilirim.Mavinin bütün tonlarında kaybolmayı bütün benliğimle isteyebilirim.Çay damlasının oluşturduğu dairedeki her bir çıkıntının kendi bağımsızlığını kurma çabasını da anlayabilirim.                 Peki her sabah uyandığımdaki bu bilinç kaybına ne demeli? D...