Ana içeriğe atla

Küçüklük Paranoyaklıkları

    Hepimizin küçüklükte okula gitmediğimiz günler olmuştur. Belki hastayızdır ya da hasta numarası yaparak annemizi kandırmaya çalışmışızdır. 

     O gün evde rahat rahat otururken bir yandan da gözüm sürekli saatte olurdu. Kaçıncı dersteler, teneffüse çıktılar mı, ... ? Zaman geçer ve okuldan çıkış saatleri gelir. Dışarı çıktığımda sanki sınıftan birileri beni görecek ve hakkımda kötü şeyler düşünecek korkusu içine kapılırdım. Cidden çok saçma bir düşünce ama o zamanlarda öyleydi. Kendimi tembel işe yaramaz bir öğrenci zannederdim, ertesi gün sınıftaki hemen hemen herkese '' dün niye gelmedin ? '' sorusunun cevabını düşünmekle geçirirdim o günü. Bu paranoyaklık değil de nedir?

       Okula gitmediğim o gün bende rahatlıktan ziyade huzursuzluk ve stres vardı. Okula gitmediğime pişman bile olmuşumdur. Bu derece pişman olmuş bir bünye neden yine ve yeniden okula gitmemek için direnir onu da çözebilmiş değilim. Gelgitler arasında yaşamak dünyanın en b*ktan olayı.

     Son dakika akla gelen ödevleri geçmeden olmaz. İnsanı sinir strese sokma konusunda başı çekenler arasında. Özellikle pazar akşamları. Pazar günü zaten başlı başına bir stres oluşturduğu yetmiyormuş gibi bunun üstüne ödev yapmayı unutmak cidden ölüm sebebi. Bunları anlatıyorum fakat çok da sorumluluk sahibi olduğum düşünülemez duruma bakacak olursak. Bir insan koskoca iki günde ödevinin olduğunu nasıl unutur diyeceksiniz, haklısınız elbette. Ama işte sokakta oynamak, pazar sabahları ağabeyle Tsubasa' yı , Tom and Jerry 'yi izlemek hak verirsiniz ki çok daha zevkli olur ve dersi,ödevi filan unutuverirsiniz. Gerçi tüm bu alışkanlıklar bize kötü bir tohum ekmemize neden oldu da diyebiliriz. '' Yumurta kapıya dayandığında harekete geçmek '' en büyük ve aslında kötü alışkanlığımızdan biri olmuş durumda. Sizi bilemem ama benim için öyle.
     

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Muhtelif Gülüşler

 Koskoca 4 yıl geçmiş evim dediğim yerden geçmeyeli, sokağına uğramayalı ve hatta perdelerini aralamayalı. Vuran her rüzgarla aralanmış, doğan her güneşle biraz daha yıpranmışım.   Bulanıncaya kadar gökyüzü kızıla, Ben hangi günün sabahındayım ya da akşamında? İçimi gizlerken bileylediğim bıçak kimbilir hangi kapının ardında? Kendime hesap verememişken alacaklılar dikilmesin diye karşıma. Onca özleme gebe rüyalardan uyandım soluksuz, sabahın kör karanlığında. Çiçeklerle bezeli kocaman bir halı olmuş gülüşlerim Yoktan var ettiğim sevgilerim, heveslerim, iç çekişlerim doluşmuş gizliden gizliye Sonra bir gülmüşüm, bir övünmüşüm, bin ölmüşüm. Bir uzamış bir kısalmışım Serap gibi... Ard arda dayamışım kadehleri boğazıma takılmasın diye uktelerim eteğimdeki taşlara Duymasınlar diye içimdekileri, uzatıyorum gülüşlerimi sere serpe  Güneşte dinlendirip zor zamanlarıma saklıyorum, sarıyorum, yakıyorum Yoksa saklanıyor muyum? Ardımda kaç bulut bıraktım bilmeden, Zamanı gelen bir dam...

Ayrık Otu

Elle tutulur, gözle görülür sınırlar içinde Sahibi hükümsüzken evrenin, topuğumdaki çamur hatırlatıyor Ve saniyenin dörtte biri hızında devrini değiştiriyor zihnimin. Yalnızca bedenim değil, eteğimdeki taşlar da gark oldu toprağa, Geriye doğru sayarken nefesim tükendi, alacakaranlığın üstüne bir sessizlik çöktü. O karanlıkta kaybettim bilincimi, akıp gitmeyen ne varsa takıldı, tökezledi, uçtu. Rüzgar şiddetlendikçe suratıma inen kırbaç sayısı arttı. Gözümü açtığımda ayrık otları süpürüyordu gökyüzünü. Bir ben kaldım onca ağırlığımla, muzdarip olduğumu görüyorlar mıdır ki? Ne garip hiç ses çıkarmadan başkaldırmak birilerine / bir şeylere, Fütursuzca çoğalırken her biri, aynı dengede aynı sürgünde. Tenimde hissediyorum seher yelini; alacaklı sanki İsmiyle müsemma, canımdan bi...

Gecenin Siyah 'Ben'i

                                                                               Kusursuzluğun siyah ''ben''indeyim bu gece, en noksan halimle.Yansıtıcı cisimlerin karşısında kendini kaybetmiş insanlar da olabilirim, hor görülmüşlüğün karşısında tüm patavatsızlığıyla  yaşamaya devam eden biri de. Her nefes çekişinde milyonlarca oksijen tanesinin içine girip ciğerlerine dolması, buna karşılık dışarıya sadece küçük buharın çıkması aslında içindeki ölmüş tüm şeylerin  dışavurumudur diyebilirim.Mavinin bütün tonlarında kaybolmayı bütün benliğimle isteyebilirim.Çay damlasının oluşturduğu dairedeki her bir çıkıntının kendi bağımsızlığını kurma çabasını da anlayabilirim.                 Peki her sabah uyandığımdaki bu bilinç kaybına ne demeli? D...